Mustafa Özyıldız

Mustafa Özyıldız

EREĞLİ’DE DEĞİŞİME DİRENCİ DEĞİŞİMİN KENDİSİ TASFİYE EDER

Tanzimat'tan beri geleneksel anlayışlarla modernleşme sürecinde yaşanan değişimlerin paradoksal birlikteliğine ve etkileşimine sahne olan bir ülke görünümündeyiz. Hızlı değişim süreçlerinin toplumsal yapıda ortaya çıkardığı sorunlar, sosyal hayatta etkisi her geçen gün daha fazla hissedilen modernleşme ve sekülerleşme süreçleriyle birleşince, insanımız, gerek bireysel gerekse toplumsal hayatta yaşadığı uyum ve uyumsuzluk problemleriyle daha fazla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Toplumumuzun geleneksel bir yapıdan modern bir yapıya geçiş süreci içinde bulunması, fakat bu süreçte gerekli yapılanmayı sağlayarak istenen değişimi tam anlamıyla gerçekleştirememesi, bu sorunların en temel belirleyicisi olmaktadır. Elbette gelişmekte olan diğer ülkelerde olduğu gibi kendi tarihî, toplumsal ve kültürel koşullarımızın doğurduğu bize özgü bir modernleşme süreci yaşıyoruz. Bu sürecin özellikle son yüzyılda beraberinde getirdiği sorunlar, köklü sosyal hareketlilikler ve sosyo-kültürel yapı değişimlerinin habercisi olmakta ve bu süreçte Türk toplumu güçlü geleneksel muhafazakâr yapısının etkisiyle ne tam anlamıyla modernleşebilmekte ne de değişime engel olabilmektedir.
Değişim insanoğlunu her daim korkutmuştur, çünkü içinde hep riskler barındırır. Dolayısıyla Ereğli’de bazı çevrelerin değişime direnmesini anlamak mümkündür. Ancak Ereğli’deki direnç diğer yerlerde gördüğümüz değişime cesaret edememenin çok ötesinde. Karşımızda örgütlü ve bilinçli bir gelişimi engelleme kampanyası var. Bu kişiler, kentimiz tabiriyle ‘istemezükçüler’, Ereğlilinin kalkınacağını, gelişeceğini bilseler de değişmesini istemiyorlar  değişim direncinin en önemli sebebi birilerinin Ereğli’yi hala bir emekli yeri ,emekli kenti olarak görmesi mi yoksa başka bir şey mi acaba bilemiyoruz, kentin tekstil sanayi kenti yönüyle işçi işveren ilişkilerinin yoğun olduğu bir kent özelliğini hızla yitirdiği tarım ve hayvancılık ve endüstrisi yoğunluklu bir kente dönüşümünü görmekteyiz diğer acıdan da bir emekli kenti olduğunu ve kimsenin çalışmak istemediğini söylerken rölantide çalışmayı hayat şekli olarak seçmiş kişilerinde değişime engel olduğu tespitinde bulunalım.
Teknolojik gelişmeler sayesinde insanlar, firmalar, ülkeler birbirlerine bir ‘tık’ mesafesinde. Pek çok ürün ve hizmet dünya coğrafyasından ve mesafesinden bağımsız olarak pazarlanabiliyor, yürütülebiliyor. Ereğli’miz bu anlamda bir hizmet yada üründe yurt içi ve yurt dışı pazarda nasıl öneçıkabilecek? Hangi sektörlerde mukayeseli üstünlükler yönüyle avantajlı durumdayız? Hangi ürünlerle uluslararası ve ulusal markalar çıkarabileceğiz? İnovasyon yönüyle istenilenler oluşturulamaz ise o taktirde şehir tarım,turizm veya sanayi hizmet sektörleri yönüyle yeniden yol haritasıçizebilmelidir. Kritik olan budur. Şehir pek çok sektörlerde öncüler yetiştirmiş, bireysel başarılarda,akademik,iş dünyası bürokrasi yönleriyle önemli konumunu uzun yıllar korumuştur son 20 yıldır. Teknik dallarda binlerce üniversite mezununa sahiptir ancak bu nitelikli insanların akademisyen olarak yetişmiş olanlar dâhil  %1 dahi kente kalmayı seçmemiştir. Süt işleme, tarım, bahçecilik ve et üretimlerinde organik ürün özellikli ürün yetiştiriciliğinden son 25 yıldır hızlıca uzaklaşılmış ekonomik gerekçelerle nitelik yerine nicelik odaklı farklı bir yaklaşım hâkim olmuştur. Şehirde katma değeri yüksek sektör ya da teknik alanlara yönelme zarureti büyük kentlere göçün önlenmesi yönüyle elzemdir.

Bugün kentte yaşayan önemli bir kesim emekli ya da kafadan kendilerini emekli ilan etmiş kitleler rölantide çalışmayı hayat şekli olarak seçmiş, hatta bunu yaşam şeklini felsefesi haline getirmişler,  çalıştıkları yerlerde işlerini savsaklayarak gün sayıyorlar. Yaşları genç de olsa onlara göre aylak aylak dolaşmak bir mana taşımakta demek ki! Dolayısıyla bu tarz kişiler şehri hareketlendirecek her şeye karşılar. Meydanlarda, gazetelerde, kahvelerde, sokaklarda, pek çok yerde asıl gürültüyü çıkaranlar da bunlar zaten. Kırık dökük de olsa bazen kent neden, niçin ilerlememekte, gelişmemekte diye de sormaktalar.
Kardemir (Karabük) Eskişehir (SararGrubu) örneklerinde olduğu gibi memleketimizde dönemininTürkiye de entegre en büyük tesis olan Sümerbank dokuma fabrikasından neden yerli bir büyük holding ve yatırımcı grubu ve büyük bir tesis çıkartılamamıştır. Ereğli de dönem dönem pek çok ortaklı iş,oluşum, yatırım gayretleri olmuştur, çabalar gösterilmiştir.1960 yılında Almanya’daki Ereğlili işçiler ve elma yetiştiricilerince kurulan çok ortaklı ERSU örneği, yerel yönetimce işletilen tuğla ve şişeleme tesisleri ile Eti bisküvi, Birsa, Doğa Hastanesi, Sümerbank’ın özelleştirilmesi sürecindeki yerli girişim başarısızlıklarına hangi etmenler sebep oldu?ERSU girişimi ve Ereğlililerce kurulan ETİ BİSKÜVİ neden kısa sürede Ereğlilerin elinden çıktı.Anadolu Birlik Holding – PankoBirlik içerisinde Ereğlili çiftçilerin payı bulunmakla birlikte holding yönetimi neden ikna edilip üretim yapan bir fabrika sekliyle TORKU yatırımları Ereğli’ye kanalize edilememiştir.
Yeni projeler ve daha çok çalışmak, daha çok gelişmek hiç de cazip gelmiyor artık şehirde yatırım potansiyeli olan pek çok kişi bahçesinde domates yetiştirmekle, kiraz ağacı gölgesinde ya da balkonunda çay içmekle meşgul, yaşananlara kulak bile vermiyor. Emekli deyip geçmeyin, ilçe merkezinde yaş ortalaması 40 ı aşıyor ve bazılarımız artık çalışmak istemiyor. Daha doğrusu zora gelmek istemiyor. 
Ne yazık ki yukarıda saydığımız grup siyasette de karşılık buluyor. Örgütlü oyları sayesinde siyasiler tarafından önemseniyorlar. Böylece gelişmeme felsefeleri siyasi bir hareketin temel ideolojisi haline dönüşebiliyor.
Ancak Türkiye gelişiyor, değişiyor ,Ne var ki gelişme  ve değişim engellenemez. Gelişme insanoğlunun yaşamındaki belki de tek değişmez gerçektir. Bu nedenle çabalar beyhude. ‘İstemezükçüleri’,  daha doğrusu geride kalmayı tercih edeni, geride olmayı bizzat hayatın kendisi tasfiye eder.
Kentte nüfus ve yerleşimle ilgili olarak Türkiye’de 1940 dan sonra başlayan köyden kente göçün ve geleneksel toplumdan modern topluma geçiş cabalarının bir örneği de Ereğli’de görmekteyiz.1950’lerde kentin toplam nüfusu içerisinde dış mahalleler olarak adlandırdığımız köyler ve kasabalarda oturanlar üçte iki oranında iken 2015’lerde bu oran dörtte birin altına düştü.   Kent merkezine,kentin planlı gelişmesini bozacak hızlı bir nüfus akımı oluştu  sonuçta doğal çevre, sosyal çevre,ekonomik çevre yönleriyle kentin hızla geriye gidişine sebep oldu.Şehir beton yığınına dönüştü 1960-90  yılları arası il standartlarında bulunan  ve Türkiye de herkesin bu kentte yaşamayı hayal ettiği,özendiği bir yerleşim merkezi iken bugün bu kentin standartları  bir hayli düşmüş,kent merkezine yığılmış aşırı nüfusla birlikte oluşan trafik,otopark,yeşil alan azlığı,hava kirliliği,Tarımsal amaçlı suyun azalması,altyapı hizmetlerinde noksanlıklar gibi birçok problemin içindedir.bugün 100 bini geçen merkez nüfus ile örnek kent hızlıca taşra standartları noktasına doğru ilerlerken bugün Karapınar tarihin bir cilvesi olarak Ereğli’ye fark atar hale gelmiştir.
Bugün bu kent Akgöl ,tarımsal üretim deseninin değişirilmesi ,yeni sektörlere giriş vepek çok konuda stratejik  ve master planlamasını yaparak sorunları pekâlâ aşabilir. Şehrin sahibi yok edebiyatının bir an önce bitirip, fazla politize olmadan,fazla mikro milliyetçiliğe yönelmeden,bugün kentin, ben neyim, ben ne yapmak istiyorum diye kritik sorularla kendini sorgulaması, kent olarak hedeflerime ne ile nasıl ulaşabilirim sorusunun cevabını düşünmesi gerekmez mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.